6. Bölüm Dönüm Noktası
Hastane odasına giren adam, Sihyeon'un yüzüne baktığına inanamıyormuş gibi bir süre orada boş boş durdu. Fark etmediği Rajun, yumuşak bir şekilde hyung dediğinde sanki bilincini geri kazanıyormuş gibi kendi kendine sarsıldı. Solgun yüzü hastalıklı bir izlenim veriyor, her an yere yığılacakmış gibi görünüyordu. Kimdi o? Kaşlarını çattı ama noktaları birleştirirsek bu diğerlerinin tanıdığı bir adam gibi görünüyordu.
“Sihyeon-ah...”
Ah, içime kötü bir his doğdu.
“Sen...gerçekten...nasıl olur...”
“Mm...”
“Cidden...yaşıyorsun...hüüüğğ...”
‘Neden bir kere de olsa şu kötü hislerim hiç yanılmıyor?’ Sihyeon, sonunda yüzünü kucağına gömen ve şaşkın gözlerle feryatlar içinde titreyen adama baktı. ‘O kadar üzgün mü görünüyorum? Neden herkes beni görür görmez ağlıyor...?’ Adama biraz bunalmış bir ifadeyle baktığımda, ağlarken bile söylemesi gereken her şeyi söyleme şekli komik gelmişti.
“Şu andan itibaren arabayı kullanan tek ben olacağım. Aklınızdan arabanın anahtarını almak bile geçmesin hüüüüüüüğ. Öldüğünü sanıyordum. O kadar vicdan azabı çektim ki anlatamam. Benim hatam olduğunu düşündüm. Hatta rüyama bile girdin. Tek kelime etmeden onlarca kez arabamın anahtarını kaptın ama işin komik tarafı benim arabam bile yok... Ben sadece sizin için şirket tarafından verilen minibüsü kullanıyorum. Çok üzüldüm. Ben cidden—hüüüüüüğ”
..?
Yani olmayan araba anahtarlarını senden aldığım için üzgünsün...?
Sihyeon'un anlaşılmaz bir yaratık görüyormuş gibi bir yüzle adama baktığını görenler, bunu inanılmaz derecede komik buldu ama yine de başlarını çevirip gülmemek için kendilerini tutmalarını gösteren ifadelerle uzaklaştılar. Aralarından sadece Yu Chan, susarak bir bardak su doldurdu. Ağlaması bittiğinde onu verecekmiş gibi görünüyordu.
Sonra Rajun, kahkahasını zar zor tutarak ağzını açtı. “Hyung, bu bizim menajerimiz. Kaza geçirdiğin gün menajerimizden arabanın anahtarlarını kapıp gitmiştin. O kadar hızlı gittin ki seni yakalayamadık ve çok telaşlandık. Birkaç saat sonra hastaneden telefon aldık ve menajerimiz aynen böyle bayıldı.”
“Menajer hyungumuz süper kırılgan.”
Sadece ona yapışmakla kalmadı, o bembeyaz buruşuk yüzüyle ağlamaya devam etti. Yoldan geçenin durup ona acımasına neden olacak bir manzaraydı. Sanki onu yalnız bıraksa bütün gün ağlamaya devam edecek gibi bir hali vardı. İçinden istemsizce bir sızlanma yükseldi. Durumu zar zor kavrayabiliyordu ama artık insanların ağlamasından yorulmakla birlikte bundan tamamen tiksinmeye de başlamıştı.
Dilini ısıran Sihyeon, tereddüt etmeden elini uzattı.
Durmadan ağlayan adamın çenesini tutan ve onu kendine doğru çeken narin el aşırı doğaldı.
“Tamam, bundan sonra sürme işini sen yapabilirsin.”
O kadar yakındı ki bir karıştan daha az bir mesafe vardı. Biraz yorgun ifadesi ve pürüzlü sesi alçak ama bir şekilde nazikti.
“O yüzden şu ağlamanı kes.”
‘İnsanların ağlamasından bıktım.’ Sona doğru tonu biraz yatıştırıcıydı. Şaşıran menajer kekeledi. Gözleri hafifçe kaşlarını çatarak tekrar ağzını açan Sihyeon'u buldu.
“Cevap ver.”
Sert ses üzerine menajer sonunda başını sertçe salladı. Gecikmeli olarak gelen evet ile çenesindeki el sanki tatmin olmuş gibi tereddüt etmeden geri çekildi. Sadece menajer değil üyeler de inanılmaz bir şeye tanık olmuş gibi bir ifadeleri vardı. Yu Chan'ın gözleri bile büyümüştü. Ayrıca biraz genç bir görünüme bürünmüştü.
Vücudunun hızla yorulduğunu hisseden Sihyeon, dalgın bir şekilde elini salladı ve konuştu.
“Şimdi herkes çıksın. Yoruldum.”
İlk başta rahatsız ediciydi. Üzerine olmayan kıyafetleri giymek gibiydi ama şimdi, banyo aynasına baktığı zamanlar dışında, bu görünüme bir dereceye kadar aşina olmuştu. Ama buna karşılık uyuduğu sürenin aşırı derecede artışına bir türlü alışamıyordu. Gözleri her an kapanmak için savaş veriyordu.
Bu bedenin dinlenmeye ihtiyaç duyması için ne yapmıştı? Sihyeon çok zayıf olduğunu düşünürken savunmasız olduğu bir anda gözlerini kapadı ve hastane odasından çıkan üyelere bakmadı.
“O-- O kimdi? Yanlış odaya gelmedim değil mi?”
Hayır...Sihyeon, bu kadar ilahi bir yüze sahip olan tek kişiydi. Menajer çılgınca mırıldanıyordu. İfadesi şaşkınlıkla doluydu ama diğer herkes de kaos içindeydi. Değiştiğini biliyorlardı ama bu gerçekten biraz garipti.
Doğal el hareketleri, ifadeler ve hatta tonlamaları.
Hafızasını kaybetmiş olmaktan ziyade sanki...Evet, sanki farklı bir insan ya da başka bir şey olmuştu. Yüzü dışında eski Lee Sihyeon'dan eser yoktu. Lee Sihyeon sadece son derece utangaç değildi. Aynı zamanda başkalarına temas konusunda da son derece direniş gösteriyordu. Koreografi gibi kaçınılmaz durumların dışında o kadar şiddetli tepkiler veriyordu ki misofobisi [1] olup olmadığını merak ediyorlardı ve sırf bu yüzden zaman zaman büyük ve küçük kavgalar meydana gelmişti. Yine de çoğunluk onunla ve Kang Uihyeon arasındaki sürtüşmelerden ibaretti.
Anılardaki Lee Sihyeon'un yüzü gereğinden fazla gergin ve bazen karamsardı.
Tamamen yıpranmış bir yüz.
Onun için neyin bu kadar zor olduğunu, neyin bu kadar yorucu olduğunu hiç dile getirmedi. O kadar ki, bazen gözlerini kapattığında sanki yaşamaya dair hiçbir sebebi yokmuş gibi, başka bir dünyada yalnız başına yaşıyormuş gibiydi. O ifadesini gördüklerinde birdenbire içlerini büyük bir korku sarıyordu.
Yani nasıl ifade etsek? Üyeler için Lee Sihyeon şekilsiz bir parmak gibiydi. Bazen ondan nefret eder ve öfkelenirdin ama işin sonunda o senin parmağındı. Bu yüzden onu korurdun.
Sihyeon'un okuduğu gönderilerdeki olduğu gibi, Lee Sihyeon ve üyeler arasındaki anlaşmazlıklar ince bir buz gibi devam etti.
Ama Sihyeon'un solup giden yüzünü gördüklerinde düşündükleri tek bir şey vardı.
Pişmanlık ve suçluluk gibi duygular, ayaklarının altındaki enkazın karışımıydı. Birbirlerine bu kadar yakın oldukları birinin ölümüne karşı duyarsız kalamayan o insanlar, Lee Sihyeon'un ansızın, hiçbir uyarı olmadan gelen ölümünden fazlasıyla sarsıldılar. O kadar derinden etkilenmişlerdi ki terkedilmiş morg hâlâ rüyalarında beliriyordu.
Bu yüzden Sihyeon'un hayata döndüğünü görmek bir mucize gibiydi. Tabii ki, bu bir mucizeydi. Bir çarşafla örtülmüş olmasına rağmen tüm üyeler onun buz gibi vücudunu görmüştü. Ama sanki bu bir tür halüsinasyonmuş gibi Lee Sihyeon geri dönmüştü. Sadece hafif morluklarla hiçbir şeyi yokmuşçasına rahatça nefes alıyordu. Sanki biri ona ikinci bir şans vermişti.
Gözlerini açmadığı süre boyunca Sihyeon'un yanında kalmışlardı. Onları gördüğünde sövse ve dışarı çıkmalarını söylese bile hepsine razı olacaklarını düşünmüşlerdi. Anlayışlı olacaklardı. Ve bu sefer onu böylesine bitkin bırakan şeylerden koruyacaklardı.
“...”
Ama gözlerini açan Lee Sihyeon, hafızasını kaybettiği bahanesiyle tamamen farklı bir insana dönüşmüştü.
Rajun, özellikle Sihyeon'u sevdiği için onun yanında dolanıp hatta elini tuttuğunda Sihyeon hiçbir şey demiyordu. Sanki geçmişte elini soğukça itişi bir yalan gibiydi. Artık, neredeyse bir oyun haline getirdiği Sanyu'nun dokunuşlarına da aldırmıyor gibi görünüyordu. Saçları nazikçe düzeltilse ya da ona şefkatle hitap edilse de gerginlik göstermemesi gerçekten şaşırtıcıydı.
Üyeleri yanında görüp akıllarını kaybettiklerini söylemek yerine onları kovalamadı ve hatta kötü bir ilişkisi olduğu Uihyeon, onu kışkırttığında bile kavga başlatmadı.
Aynı şey Chan'ın tamamen görmezden geldiği nezaketleri için de geçerliydi. İlk başta onu garip bir şekilde reddetti ve şimdi oldukça doğal bir şekilde kabul ediyordu. Ara sıra ona teşekkür etmeyi ihmal etmeyişi Chan'ın bazen duraklamasına neden oluyordu. Ama sorunun ne olduğu sorulduğunda, bir şeyin olmadığını söylüyor ve başını sallıyordu.
Bu yüzden çok daha endişeliydiler.
Bunun kötü bir şey olmadığını biliyorlardı. Aksine o kadar çok seviniyorlardı ki, her şey böyle kalsaydı bir daha asla başka bir şey dilemeyeceklerini düşünüyorlardı. Ama şimdi, onun yüzünde başkasının yüzüne dair küçük izler gördüklerinde, bu karmaşık ve anlaşılması güç duygular içinde kayboluyorlardı.
Zihinleri, "Keşke hafızasını geri kazanabilse" ve "Keşke hiçbir şey hatırlamasa" gibi karşıt düşüncelerle çalkalanıyordu.
Henüz çözülemeyen bir sorun vardı karşılarında.
____________________
[1] Misofobi/Mizofobi, "kontaminasyon ve mikrop korkusu" olarak tanımlanan patolojik korkudur. Kontaminasyon ve mikrop korkusu, misofobik kişilerin başkalarıyla, hatta sevdikleriyle bile temas etmekten kaçınmalarına neden olabilir. Bu aynı zamanda obsesif-kompulsif bozukluğun bir alt türüdür, özellikle kontaminasyon. Hayır, tüm OKB'ler, medyanın anlattığı gibi temizlik takıntısı olarak ortaya çıkmaz. OKB, özellikle takıntılar yani istenmeyen düşünceler ve bu takıntılardan kurtulmak için başvurulan kompulsiyonlarla ilgilidir ve bu kompulsiyonlar, takıntılarla her zaman mantıklı bir şekilde bağlantılı değildir. Kompulsiyonlar; sayma, kontrol etme ve evet temizlik gibi çeşitli şeyler olabilir.
Yorumlar
Yorum Gönder