4. Bölüm Dönüm Noktası
Dehşet, şok, kuşku, hayret. Elindeki rapor yüzünden ifadesini kontrol edemeyen doktor, önünde oturan Sihyeon'a bakarken önce nefesini tuttu sonra iç çekti. Bu imkansız bir şeydi ancak çıplak sol bacağı hafif sıyrıklar dışında tamamen sağlamdı. Hastaneye getirildiği anda içinde bulunduğu çaresiz durumunu ve beyaz kemiğin dışarı çıkacak kadar bükülmüş olduğunu kendi gözleriyle görmemiş miydi?
O halde bu sapasağlam bacağı ne açıklar?
Dürüst olmak gerekirse, bunun dışında pek çok anlaşılmaz şey de vardı. Getirildiğinde, solunumu çoktan durmuştu ve ölüm sertliğinin başladığı noktaya kadar ölmüştü. Kanlar içinde olsa bile herkesin aynı anda tanıyabileceği bir vaziyetteydi. Nasıl tanıyamasınlar ki? Her zaman reklamlarda, dramalarda ve eğlence şovlarında yer alan ünlü bir idol grubunun üyesi. Sadece bir hafta öncesine kadar o adamın soğuk bedeni acil servise taşınmıştı. Herkes birkaç saniye boyunca hareket edemiyor ve boş boş bakıyorlardı. Bir şekilde bunun şu an yaşanıyor oluşunu kabullenemiyorlardı.
Kimliğini doğruladıktan bir gün sonra ölüm nedenini belirlemek için otopsi yapmak üzere, morga indiğinde olmuştu her şey. Bir yerden Bam! diye ses gelmişti ve bunu duyar duymaz omurgasından bir ürperti aktı. Kulaklarında bir sorun olduğunu mırıldanarak gülmüştü ama yanındaki hemşire de yüzü aşırı solmuştu ve tam o anda bunun bir halüsinasyon olmadığını anlamıştı. Sesi hiç durmadan birkaç kez daha duydu. Bam! Bam! Sesin kaynağı dün gece Lee Sihyeon'un cesedinin saklandığı dondurucuydu. Titreyen elleriyle dondurucunun sapını yavaşça çekti ve o anda gözler onunkilerle buluştu!
Utanç verici bir çığlık atmamak için kendini zar zor tuttu! Sonra Lee Sihyeon'un ışıktan kör olmuş gibi görünen yüzünün acıyla buruşturduğunu ve gözlerinin kapandığını gördü. Aceleyle nabzını yokladı. Nabzı bulduktan sonra hastanın dışarı çıkarılması için çılgınca bağırırken zaman uçup gitti.
Acil servisteki umutları parçalayan haline rağmen, vücudunda birkaç morluk dışında normaldi. Kaza sonucu ölümü için kanıt olarak cesedin çekilmiş herhangi bir fotoğrafını istemişti ancak saklanan resimler hiçbir yerde bulunamadı. O kadar şaşırmıştı ki, şimdi o bacağın ve parçalanmış bedenin gerçekten bir rüya olup olmadığını sorguluyordu.
“O iyi mi?”
Sanyu endişeli bir yüzle sorduğunda ancak o zaman doktor kendine gelebilmişti. Şiddetli bir şekilde başını salladı. Yan tarafta, Uihyeon kaşlarını çattı ve “Bu adama güvenebilir miyiz?” diye sordu.
Ahem, doktor kısa bir süre öksürdü. “Kazanın neden olduğu geçici hafıza kaybı. Sağlığıyla ilgili herhangi bir sorun yok. Bu yüzden TSSB'nin bir belirtisi olup olmadığını görmek için onu bir süre gözlem altında tutacağız.”
Doktor her şeyin yolunda olduğunu söylediğinde bile, herkes endişeli bir şekilde yatakta ifadesiz bir şekilde oturan Sihyeon'a bakıyordu. 'Neredeyim?, Ben kimim?, Siz kimsiniz?' üçlü soru kombosunu attıktan sonra birden banyoya koşup aynaya bakmış, sonra da dona kalmıştı. Kendisiyle konuşulduğunda bile cevap vermiyordu. Gözlerinde sessiz bir uzaklık vardı. Kimsenin göremeyeceği bir dünyaya doğru sessiz bir çekilişin ifadesi, tıpkı kaza yapmadan hemen öncesi gibiydi ve bu durum herkesi derinden huzursuz ediyordu.
"...Doktor."
"E-Efendim? Bir şey mi...demiştin?"
"Evet, sanırım...bir kardeşim vardı..."
"Ah! Onu hatırlıyor musun? Şu an hastanemizde kalıyor. Ama...durumu aniden biraz şey..."
"Yanlış giden bir şey mi var?"
"Nasıl desem..."
Zaten zayıf olan vücudunun bayılma raddesine gelene kadar ağladıktan sonra iyi olmasının imkanı yoktu. Yere yığılmasının ardından ateşler içine düştüğünü ve hala bilincini geri kazanamadığını duyan Sihyeon bir an sessiz kaldı. Diğer endişeli kalpler önünde duruyordu. Hiçbir şey bilmiyor oluşuna rağmen, Sihyeon küçük kız kardeşine bağlı görünüyordu. Bundan açıkça bahsetmemişlerdi çünkü onun hakkında doğrudan ondan hiçbir şey duymamış olmalarıydı. Her şeyden önce, kendisi hakkında tek kelime bile etmeyen bir üyeydi. Onunla iki yıl geçirmiş olmalarına rağmen bir noktadan sonra hep bir duvara çarpıyorlardı. O duvarın ardında, hakkında bilmedikleri birçok şey vardı.
Yine de, ne olursa olsun birkaç günde bir kardeşine zaman ayırdığını biliyorlardı.
Bunun hakkında konuşmamıştı ama hepsi zayıf küçük kız kardeşiyle buluşmaya gitme zamanının geldiğini biliyordu.
"Onu görmeye gidebilir miyim?"
O kederli yüze dayanamayan doktor, hiç düşünmeden birkaç kez başını salladı. Anlayamadığı bir yığın şeyi kısa sürede unutuvermişti ama böyle bir yüz gidebilir miyim diye sorduğunda gidebileceğini söylemekten kendinizi alamazdınız. Bir erkeğe ‘güzel’ demenin biraz garip olduğunu bilse bile, Sihyeon'un yüzünü görünce ‘Bu yüzden ünlüler ünlü’ diye düşündü.
İzin aldığı anda kendini yataktan kaldırdı. Küçük kızın odasınının ne kadar uzakta olduğunu merak ederken hafifçe tökezledi.
“Ah” diyecek iken eli tutunacak yer aradı. Ancak bu sefer de sessizce duran Chan ondan daha hızlı hareket etti. Soğuk bir yüz ifadesiyle bileğini tuttu ve beline dolanan kol dikkatle yerleşmişti. Gerçekten bir hastaya dönüşmüş gibi hissederek, ki aslında hastaydı, Sihyeon'un kaşları çatıldı ve “Yeterli” diyerek ellerini itmeye çalıştı ancak Chan kararlı bir şekilde onu desteklemek için tekrar harekete geçti. Bunu gören Sihyeon, hafif bir iç çekti ve sonunda ona yaslandı.
Bu, uzatmadan pes etmenin daha kolay olacağını bilen birinin hareketiydi.
※※※
Rüyasında gördüğü ince yüz şu anda daha solgundu. Nefes almakta zorlandığını gören herkes onun için üzülürdü ama ona bakarken Sihyeon'un yüzü ifadesizdi. [1]
Onun var olmamasını ummuştu ama kızın gerçekte var olduğunu görünce bütün bunların gerçek olduğu duygusu ancak şimdi yüzüne soğuk su gibi vuruyordu.
Bunun nasıl olduğunu anlayamıyordu. Kazadan hemen sonra gözlerini açtığında çoktan bu durumdaydı. Ama o adamın vücuduna girdiğinden emindi. Dışarı çıkmanın bir yolunu bilmiyordu ve bir tür söz vermiş gibi görünüyordu.
Pekala, yapacak bir şey yok.
Başından beri Lee Hajin'in pek katı bir kişiliği yoktu. Yapılması gereken şeyler konusunda inatçıydı ancak bunun dışındaki herhangi bir şey için genellikle çabucak pes ederdi ve kayıtsız olmaya büyük yatkınlığı vardı. O bariyeri kırdıkları anda bile “Ah, demek böyle öleceğim” ve hepsi buydu. Tıpkı bir bulutun gökyüzünde kayıp gitmesi gibi akılda beliren, içi boş ve geçici bir düşünce.
Adamın rüya boyunca gördüğü, şimdi kendisine ait olan beyaz eli, kızın yanağına sürtündü. Yakından bakıldığında, çocuk düşündüğünden çok daha küçük görünüyordu.
“Selam.”
Tatlı ama biraz keskin bir kenarı olan ses, doğal olarak yumuşak bir tona dönüştü. Her zaman kıza seslenen ses olduğunu fark ettiğinde, rüyadaki ses yavaşça ona geri geldi sonra azaldı. “Güçlüymüş gibi davranıyor ama hâlâ çok kırılgan bir kalbi var. O yüzden ben...”
Yanağını okşayan el aşağı doğru kaydı. Küçük kızın boynu en ufak bir kuvvetle ‘tık’ diye kırılabilirdi. Sessizce aşağıya bakan Sihyeon'un yüzünde kısa bir süreliğine karanlık belirdi. Vazgeçmişti çünkü elden bir şey gelmiyordu ama kandırıldığını düşününce öfkelenmeden de edemiyordu.
‘Boynunu kırarsam ne olur? Ölürken bile kız kardeşi için endişelenen kişi, onun bir hiç uğruna hayatını kaybettiğini öğrenirse kin dolu bir ruha dönüşüp, rüyalarıma musallat olur muydu?’
Bunun mümkün olabileceğini düşünerek, elini nazikçe ince boynunda tuttu.
Ölüm sade bir gerçeklik olarak gelir, fakat adaletsizliğiyle yüreği sızlatır.
Lee Hajin, genç yaşlardan itibaren ölümle o kadar iç içe olmuştu ki artık ondan bıkmıştı. Bir çete lideri olan babası ve meşru karısı tarafından dışlanıp uzaklara gönderilen toksik annesiyle büyüdü; sevgi nedir, hiç bilemedi. Ne hırsı ne de idealleri vardı ancak gözü dönmüş annesi yüzünden kendine rahatça vakit ayırabileceği makul bir pozisyon edinmek zorunda kalmıştı. Hwain Finans. Sadece ismen 'finanstı'. Kısacası tefeciydiler. Çünkü dünyada paraya ihtiyacı olan çok fazla insan vardı ve onları dikkatlice tuzağa çekip kanlarının son damlasına kadar tüketmek, nefes almaktan daha kolaydı.
Umutsuzluk bataklığında sıkışıp kalan insanların yüzlerinin nasıl bir ifade aldığını iyi bilirdi.
O insanların son anları.
Hoş olmayan anılar yavaş yavaş süzüldü. Böyle birinin bağışlanmak için yalvarması gülünçtü.
“....”
Ve yinede.
Bir kez daha yapacak bir şey yoktu. Hajin çocuğun boynunu tutan elini serbest bıraktı ve sakin bir ifadeye geri döndü. Öfkesini dışa vurmanın boşuna olduğunu biliyordu.
Ölmek üzere olduğundan habersiz olan gözleri kapalı o yüz acınacak bir haldeydi. Minik kız, abisinin soğuk yüzünü gördüğünde dünyası yıkılıyormuş gibi hissetmiş olmalıydı.
“Çabuk ol ve uyan.”
Lütfen ya sen ya da oppan bir an önce uyansın.
“Ağlamayı bırak ve gülümse.”
Çünkü seni koruyacağım.
***
Kişinin anılarını kaybetmesi kişiliğini değiştirir mi?
Sihyeon'un hasta kıyafetleri içinde telefonuyla oynadığını izlerken, tüm üyeler bu soruya kapılmıştı. Belki de iyi bir şeydi. Çünkü Sihyeon başlangıçta başkalarının yanında olmak konusunda son derece isteksizdi.
Minibüste ya da birlikte hareket etmek zorunda kaldıkları sahne söz konusu olduğunda, yapacak bir şey olmadığından katlanırdı ama yurda geri döndüklerinde odasına gider ve çoğu zaman dışarı çıkmazdı. Onlar yurtta kaldıklarında bile Sihyeon genellikle yurda gitmezdi. Sadece sözleşmesini ihlal etme sınırında olan solo etkinlikler ve sahne performansı yapmakla kalmadı, aynı zamanda kendisini birkaç sponsora sattığına dair söylentiler vardı. Bunu duyan herkes şok olmuş ve onu durdurmaya çalışmıştı.
“O iki gram aklını da kaybettin? Neden etrafta böyle şeyler yapıyorsun!?”
Uihyeon bunu haykırdığında, ona verilen sözler basitti.
“Çünkü paraya ihtiyacım var.”
Sadece bu tek cümleyle odasına girdiğini görünce şaşkına döndüler ve suskun kaldılar. Sessizlikleri tümüyle şeffaf bir şekilde para kazanan birini küçümsemekten farksız değildi.
Hayranların Sihyeon ve üyeler arasındaki ilişkinin giderek kötüleştiğini fark etmemeleri mümkün değildi ve Sihyeon hakkında dolaşan söylentiler hızla etrafa yayıldı. Var olan hayranları bile geri çekilmeye başlamıştı ama yine de Sihyeon hiçbir şey yanlış değilmiş gibi başını dik tuttu. Bu da pek iyi algılanmadı. Oradan başlayarak Sihyeon hakkındaki söylentiler şişirilmeye, aşırı olmaya ve kindar hale gelmeye başladı.
Ne yaptıysa kendi başına yapmıştı. Söylenecek bir şey yoktu.
"İsimlerimiz neden böyle?"
Telefonunun ekranına bakan Sihyeon kaşlarını çattı ve aniden konuştu. Bir süredir özenle neye baktığını merak ediyorlardı. Görünüşte Lemegeton'a bakıyor gibiydi. Ona doğru baktılar. Sihyeon'un başını eğip yeniden konuşmak için ağzını açışı, garip bir şekilde sevimli görünüyordu.
“Lemegeton'un kısaltılmış hali Leton. 5 kişilik idol grubu. Liderleri Amon. Diğer üyelerin ismi ise Zepar, Caim, Seere, Ose.”
“Ah, bunlar sahne adlarımız.”
“Sahne adı?”
“Evet, konseptimiz nedeniyle belirli sahne adları kullanıyoruz.”
Bunu söyleyerek Sanyu, temkinli bir şekilde Sihyeon’un yanına oturdu ve başını eğdi. Tenlerinin temas ettiği yerin sıcaklığı, tuhaf bir şekilde hoştu. Hafifçe gülümseyen yüzü, belki de Sihyeon’un hareketsiz ve sessiz bakışlarından hoşlandığını gösteriyordu. Üzerinde, tartışılmaz bir ünlü havası vardı. Hajin, genelde insanların yüzlerine pek dikkat etmezdi ancak bu dörtlünün yüzleri öylesine yakışıklı ve büyüleyiciydi ki gören herkesi nefessiz bırakmaya yetecek kadar etkileyiciydi.
“İşte şuna bir bak.”
Sanyu, telefonda çıkan isimlere dokundu ve onları onun için listelemeye başladı.
“Amon'un asıl adı Uihyeon. Kang Uihyeon. 23 yaşında. Uyandığın anda ağlayan kişi (Abi siktirin gidin! Ağlamadım bir kere!) Ah, öyle mi? Her neyse, tuhaf bir şekilde liderimiz o ve rapçimiz.”
“Ben de Zepar'ım. Normalde bana Ze oppa diye seslenirler. Adımı hatırlıyor musun? Adım Sanyu. Lee Sanyu. Çok önemli biriyim. Kang Uihyeon'u unutsan bile beni sakın unutma tamam mı, Sihyeon-ah? (Cidden geberteceğim seni!) Iıı, Uihyeon ile aynı yaştayım.”
“Sen Caim'sin. Adın Lee Sihyeon ve şu an 22 yaşındasın. Merak ettiğin bir şey var mı?...Hmm, peki olur da bir şey olursa bana sormaktan çekinme.”
“Seere, Seo Rajun oluyor. Bir süredir seni takip edip köpek yavrusu gibi sızlanan adam. Bu bir sır ama...aramızda kalsın sakın kimseye söyleme. Rajun...senden çok hoşlanıyor. (Ah, hyuuuung!) Öyle değil miydi? O zaman yanılmış olmalıyım. Sihyeon-ah, Rajun-ie seni hiç umursamıyor. ( Bu doğru değil! Onu seviyorum! Ah!) öyle mi? Genç görünebilir ama 20 yaşında bir yetişkin adam kendisi.”
“Son olarak orada duran Ose. Yu Chan. İfadesi her zaman böyle. Bu yüzden çoğu kez yanlış anlaşılıyor. Ama sadece fazla konuşmaz. Aslında aramızdaki en olgunu o olabilir. Belki de Kang Uihyeon'dan bile daha büyük olabilir. (Haa, sikik herif...) Hala 19 yaşında. Vücut yapısı göz önüne alındığında şaşırtıcı, değil mi? Yine de, birkaç hafta içinde bir yetişkin olacak.”
“Hepsini anladın mı?”
Başından beri ezber konusunda yetenekliydi. Hızla ateş edilen açıklamaları birer birer hatırlayıp başını onaylar şekilde salladığında, saçları sanki aferin dercesine hafifçe karıştırıldı. Bu samimi hareket karşısında, normalde aralarının iyi olup olmadığını merak etmesine sebep olurken tekrar telefonuna baktı. Ancak Sihyeon’un bu tavrını izleyen diğer üyelerin bakışları oldukça tuhaftı.
En ufak bir dokunuşa bile titreyip aniden tepki veren yüz, şimdi hiçbir şey olmamış gibi gevşemişti.
Tereddüt eden Rajun yaklaştı ve Sihyeon'un çarşafların üzerinde açıkta duran eline dikkatlice dokundu. Yüzüne tedirginlikle bakarken gizlice elini tuttu ve gözleri kısa bir süreliğine buluştu. Cam gibi gözlerle soğuk ve duygusuz bir yanıt geldi.
“Ne?”
Sanki karşısındaki manzara gerçek değilmiş gibi sesi alçak ve sakindi. Pencereden parlayan güneş ışığı kısa bir an için kör ediciydi.
“Yok bir şey. Sadece mutluyum...”
Ne alakasız bir cevaptı. Sihyeon dilini hafifçe ısırarak gözlerini indirdi. Rajun, hala sıkıca tuttuğu elin onu bırakmadığını fark edip, yumuşak nabzını hissettiğinde rahatlayarak gülümsedi.
Kanı çekilmiş, sertleşmiş bir elin arkası. Parmaklarını titretmeye yetecek kadar soğuk bir ceset. Sanki o rahatsız edici anıları uzaklara itiyormuş gibiydi.
____________________
[1] Sihyeon'un kardeşinin odasına geldik.
Olm sen psikopat mısın niye kardeşinin boynunu kırmaya çalışıyon
YanıtlaSilSGSHSJSKSL cidden yaaa bir an "salak mısın cemile?" tiplerine girdim
SilJHHJKHGSHJ CİDDEN
Sil